Suratsızız. Toplum olarak “ne kadar güler yüzlü ve misafirperveriz”
desek de. Bana artık bunlar tamamen yalan geliyor. Daha kapı komşunu
tanımıyorsun ama “ahh biz diğer ülkeler gibi değiliz. Biz bir başkayız.” diyoruz.
Tamam haklı tarafları yok değil elbette var ama haklı olmayan tarafları da var.
Son on yılda çok değiştik be biz. 21 yaşındasın ne bileceksin demeyin sakın. Ben
sokakta oynadım şimdi sokaklarda park edilmiş arabadan başka bir şey yok. Hava koşullarından
dolayı sivrisinek gibi içeri kaçmadı bu çocuklar. Yazında ortalıkta yoklardı. Ben
küçükken az mı bilmem ne teyzenin ekmeğini almaya, bilmem ne ablanın acil
kahvesini almaya gitmedim. Şimdi çikolatanız kalmasa sokakta bakkala gönderecek
çocuk yok. Hahah bakkal mı dedim? Bakkal mı kaldı da ben bakkal diyorum. Her taraf
zincir marketler dolu. Bağımsız yaşayabilen market bile yok. Zaten şimdikilerde
bakkal deyince bön bön bakıyor bu ne diyor diye. Oysa ben hatırlıyorum babam
işini gücünü bıraksın bakkal açsın diye hayal ederdim. Böylece aldığım şeyler
için para ödemeyecek ve sonsuza kadar, istediğim kadar şey yiyebilecektim. Bunun
obur bir çocuk olmamla da ilgisi yok. Laf arsından sorduğum hemen her
arkadaşımın bakkal baba hayali varmış. Şimdiler de çocukların hayali babasının
Apple`dan hisse alması. Çocukların konuşmak denen şeyden ise haberleri yok. Gerçi
büyüklerin var mı?
29 Eylül 2014 Pazartesi
26 Eylül 2014 Cuma
dünyanın en hızlı alışveriş yapan kadının şerefine
Filmlerdeki o üstünü başını kapıya kadar ancak toplayıp,
hızlıca işine yetişmeye çalışan insan benim. Farkım ben okula gidiyorum ve
kimse bunun için bana para ödemiyor. Haftanın her günü dersim var. Ama o sabah
dersleri diye koydukları saatler yarasaların hala ortalıkta dolaştığı,
kargaların uykularına daha yeni daldığı saatler. Benimse 7 alarma rağmen
uyanamadığım ve bu yüzden geceliğimle gitsem ne olur diye düşündüğüm saatler.
Derste zaten uyuyorum. Gözlerim açık ama aslında beynen yatakta rüya seçiyorum
kendime. Hocayla göz göze geldiğimde dünyanın en önemli şeyini anlatıyor, onu
dinlemezsem binlerce kişi ölecekmiş gibi davranıyorum. Tıp okumuyorum ki kaçırdığım
yer bana ölen hasta olarak dönsün. Ya da hukuk da değil. Adamı iyi savunamadım
diye yıllarca hapislerde çürüsün, yanlış kararla idama gönderim. İdam kalkmıştı
gerçi bizde ama bu ülkede ne olacağı belli olmaz. Bu kadar hukuk düşünmek
AvukatKız`ın radarına takıldı herhalde dersten sonra aradı. Pricingini çıkaramamış,
yaptırdığı yere gitmemiz lazımmış, yenisini almış çok güzelmiş miş mış miş. Dayanamadım
tamam dedim gittik. Bu işini hallederken ben evde dağınık bıraktığım yatağımın
soğuyup soğumadığını düşünüyordum. Ta ki yıllardır değiştirmediğim telefon
melodim çalana kadar. Arayan Bay B. Eveeeet, arada konuşuyoruz, dışarı
çıkıyoruz ama sadece arkadaşız. Kesinlikle hala delicesine hoşlanıyorum ama ya
bu öküz anlamıyor ya da ben bunu düzgünce belli edemiyorum. Ben adamın sesini
duyunca kalk krizinden ölmemek için dualar okuyorum. Ölürsem Bay B`ye bu
tehlikeli dünya da neler olur diye düşünüyorum. Kızın birine aşık olduğunu
sanacak, sonra başkasına aşık olacak. Bu kızın biri bunu hamileyim diye
kandırıp evlenecek. Bu zavallı kazandığı parayı bir dolandırıcıya kaptıracak. Dolandırıcıda
bunun evlendiği kızın biriyle Havana sahillerine kaçacak. Sonra bizim zavallı
Bay B`de tüm bunlardan sonra aşık olduğu kıza geri dönmek isteyecek ama kız
evli mutlu çocuklu olacak. Bay B`ye de sevgi emek ister diyecek. Sonunda bu da
beni kalp krizinden öldürdüğünü hatırlayıp mezarımda ağlayacak. Ama olaylar
klasik bir Türk sineması kıvamına gelmeden önce bu bana “Naber, nasılsın, ne
yapıyorsun? Aaa dışarda mısın? Bende oralardayım yarım saate gelirim görüşelim
mi?” diyecek. Bende koca sırıtışımla nikah masasında “Evet” diye böğüren
gelinler gibi böğürüceğim. Sonra AvukatKız`ın
gözlerinde yansımamı göreceğim. Yataktan çıkmış saçlar, konsere gidip sabah
erken derse giden şiş gözler, evde giydiği eski tshirtle kombini tamamlayan
salak sırıtışlı kız. Allah`tan dağınık biriyim de eve geldikten sonra
pantolonumu yerde bırakmışım yoksa kıçımada kesin ev taytımı geçirirdim. Sizi bilmem ama benim ev tayımda tshirtümde
var. Modası geçmiş ya da zevksizlik abidesi ya da çok eskimiş ama sevip atmaya
kıyamadığım şeylerde oluşuyor bu. Tabi ben o “EVET” kelimeleri söylerken halimi
hiç düşünmedim. Ama Allahtan beynim arada çalışıyor. Kendimi ilk gördüğüm
mağazaya attım ve kendime yeni şeyler alıp üzerime geçirdim. Sonrada bir
kozmatik zımbırtısına girip o deneme ürünüyle gözlerimdeki garip renkli halkayı
kapattım. İşin iyi tarafıysa bu yaptıklarımı o bilmiyor. Acınası halimin bugün
farkına vardım. Özsaygımı çöp toplama merkezine götürmüşler meğer ben uyurken.
Niye böyle yapıyorum ki ben. Ohh sonbaharda geldi zaten, tam depresyon havası. Yatağımda
cipsim, dondurmam, brownim ve çikolatamla, kahve için sütün ısınmasını
bekliyoruz. Sonra ne yapacaksın diyen olursa, çizgi film açıp depresyonuma
depresyon katacağım.
25 Eylül 2014 Perşembe
benim hala en sevdiğim şarkı küçük kurbağa
Şu sıralar pek bir meşgulüm. Her yerden iş teklifleri
yağıyor. Spor yapmadan zayıflayabiliyorum. Hatta ben var ya şu yiyip yiyip kilo
almayanlardanım. Ahh bahsettim mi bir de bana loto çıktı. Eveet artık çok
zenginim. Falcımda bu yıl kesin dünya güzeli seçileceğimi söyledi. Beyaz lamborghini
içinden çıkıp prensimde bilmem kaç karatlık, bilmem ne kesimli elmasıyla
dizleri üzerine çöküp evlenme teklifi etti. Çok gencim daha dedim reddettim.
Söylediklerimin umarım tek bir kelimesine bile inanmamışsınızdır. Zaten buram
buram yalan kokuyor. İşin gerçeği ise dördüncü sınıfa gelmiş ama bir baltaya
sap olmadığını hisseden ben kaygılar içerisindeyim. İş bulmak ayrı sorun, hala
hangi baltaya sap olacağını bilememek ayrı sorun. Şu yaşıma göre hep canım ne
isterse onu yaptım. Canımın istediği her şeyi öğrendim, istemediklerimin bir
kısmını ise zorla öğrendim ya da öğrenmiş taklidi yaptım. Küçükken şişkoydum
ama yemek yerken dünya umurum da olmazdı. Zaten tek joule harcamadan gitti kilolar
yine umursamadım yemeye devam ettim. Ama geçen gün kendimi 21`e geldin bak
bundan sonra yediklerin kalır derken buldum. Üç yıldır edinmiş olduğum
rahatlama seansım olan sabah koşularıma yorgunum diye kalkmamazlık edip,
yaşlandım demeye başladım. Evlerim, arabalarım olsun demedim mesela hiç. Millet
şuradan ev alırım, şu model arabam olsun derken ben en ucuz yolla dünyayı nasıl
gezerim diye düşündüm. En ucuz yol çünkü mühim olan parayı deli kazanıp, en
lüksle yaşamak değildi derdim. En kısa sürede bulduğumla başlayacaktım turuma. Hiçbir zaman paraya
önem vermeyen beni geçen gün şu model arabam olsun diye ciddi ciddi hayal
kurarken yakaladım. Ne var şimdi bunlarda, herkesin kaygısı, herkesin planları
diye bilirsiniz. Ama ben bunları dert etmezdim sorun o. Sanki birisi tüm o
çocuk kırıntılarımı toplayıp boğazın sularına bırakıyor gibi hissediyorum. Büyümek
dedikleri buysa tadı pek bir tuzlu geldi bana. Ama yok senin derdin büyümek
değil bahar depresyonu derseniz o da kabulüm.
19 Eylül 2014 Cuma
alo, Lady`nin malikanesi
Annem altın köşeyi dönmüş de meğer benim haberim yokmuş. E-Devlet
zımbırtısından sanırım herkesin haberi var. Annemde geçen gün keşfe çıktı. Sonra
bir ciyaklama sesi. Bizim ki öyle ciyaklayıp koş koş deyince aklımdan geçen
hakkında dedikodu yapmaktan dava açıldı. İşin gerçek yüzüyse bizimkine Amasya`da
dönüm dönüm arazi, garip ama su kanalı, birkaç
daire var gözüküyor. Amasya ile alakamızsa benim aslında bir robot olmam kadar.
Bakıyoruz TC, anne, baba her şey aynı ama mallar annemin değil. Mesai saatleri
çoktan geçti diye bizim ki endişe dolu bir gece geçirdi. Neymiş bu nasıl
olurmuş, ya halledemezse ne yapacakmış, üzerine kalırsa sahipleri yıllar sonra
onu bulup yakasına yapışırsa ne dermiş. Babamsa annemin mutfak masraflarından
kısıp, borsaya girip, yatırım olarak arazi aldığını düşünüyor. Sabahta yağmur
çamur demedi tuttu kolumdan tapuya götürdü. Görevliye durumu açıkladı adam
sakince bakalım dedi. Adam atı baktı “abla her şey tutuyor senin bunlar” diyor.
Annem “olamaz, yapamazsınız” diyor. Sanki çocuğunu aldılar, engel olmaya
çalışıyor. Adam “Miras kalmıştır belki” diyor. Annem ”Millet işi güzü bıraktı
bana miras bıraktı öylemi. Sen çok Türk sineması mı izledin? Filmlerde olur o.
Hem mirası da Mısırlı akraba bırakıyor, Amasyalısı değil.” diyor. Başladılar
annemle tartışmaya. Adam tutturdu kimlik bilgileri tutuyor nasıl değiştireyim,
kime vereyim olmayana mı deyip durdu. Annemse yok vergisi vardır uğraşamam,
kime veriyorsan ver diyor. Lan o kadar yer var şehir merkezinde bir de bizim ki
hala üç kuruşluk verginin derdinde. Görevli çıldırmak üzereyken bizimki bir
arazide doğum tarihinin farklı olduğunu fark etti de Amasya tapuyu falan
aradılar sonunda. “Farklı olanı değiştiririz ama diğerlerine söz vermeyelim.
Olmadı satarsın iyi para eder” diye de akıl verdiler. Birkaç güne düzelmezse
peşinizi bırakmam deyip adamı tehdit etti öyle çıktı kadın. Devlet memurunu
tehdit etmek umarım büyük suç değildir. Bir iki güne hata düzeldi ama olan
benim hayallere oldu. O arazilere elma ağacı dikip yılda bir kez toplamaya
gidecek, sonra pazarda organik bunlar diye satacaktım. Belki ihracata bile
girerdim.
16 Eylül 2014 Salı
evde mi kaldım ben şimdi?
Facebook`da ki o düğün davetiyelerine bir türlü anlam
veremem ben. Facebook`dan çağırıyorsan bu adresini bilecek kadar yakın değilsin
düğün davetiyesini gönderemiyorsun demek. Ya da Türk usulü kapı dolaş ver veya
şunla bunla gönder. Telefonla haber verende var. Buda olmayınca Facebook. Ama
dünyanın en saçma olayı. Face`de bin tanıdık olsa ki birçoğunu tanımıyorsun,
tanıdığınla oradan görüşmüyorsun zaten. O zaman ne diye oradan davetiye gönderiyorsun.
Ben evleniyorum millet, demek için mi? Toplu tweet olsa ona da el atarlar. İki yıldır
birkaç mesaj dışında konuşmadığım, öncelerde canciğer kuzu sarması olduğum bir
arkadaş bunu yaptı. Hayır o kadar kopmuşuz ki, evlenmeyi bırak sevgilisi
olduğundan bir haberdim. Ay bir de bu kız benden küçük. 94`lü ya. Bir yaş falan
ama olsun. Hayır niye bu yaşta evlenilir. Daha okulu bitmedi. Son sınıf hukuk
öğrencisi. Millet bir de kafa bulmuş. Mezun olunca boşar durur diye. Problem bende
mi? Yaşı küçük değil mi? Çocuk gelin be bu. Bu yaşta ne evlenmesi hem. Kariyer,
ayakları üzerinde durma, dünyayı gezme. İnsan bu yaşta bence bunların planını
yapar, bunları hayal eder. Çoluk çocuk, birine bağlı kalma bırakın şuraya beni
saksı olurum ben. Yanlış mı düşünüyorum yoksa? O aşkı buldu ve beklemek
gereksiz. Geri kalan her şey saçmalık. Tüm planlarında o altı fosforlu kalemle
çizilmiş kelime mi? Şansız ve saçma olan o değil de ben miyim? Evde mi kaldım. Okuldan bir arkadaşım
nişanlandı, birinde final dönemi gözüm
kadar tek taş gördüm. Aman yaa evlensinler. Bu saatten sonra beynimi
değiştiremem ki. Tribi bile beni depresyona soktu. Bu konuyu düşünmem için
önümde on uzun yılım var.
12 Eylül 2014 Cuma
jigsaw bile bu kadar zalim olmamıştı
Tırnaklarımın kenarında kırmızı oje kalmış. Bir beceremedim
şunu tam çıkarmayı. Biçimsiz kesmişim zaten. Kafanı kaldırıp göz teması kurmayı
unutma. Çocuk baya ilginç bir şeyler anlatıyor herhalde millet dikkat kesilmiş.
Televizyonda başka müzik kanalı açık gelen şarkının bu görüntüyle alakası yok.
Kafa sallama ve hızlı bir göz teması sırası. Off elendik de zaten. Bir maç
keyfim vardı o da gitti. Amerika kesin alır. Allah`tan Avrupa şampiyonasına
dahil değil, adamların kıtası var. Oley telefonumdan ses geldi. Ahh İyilik
Meleğimmiş. Nefret ediyorum bu tip konuşmalardan. Ne diyeceğimi, nasıl teselli
edeceğimi bilmiyorum hiç. Salak ben sanki tesellisi olur. Bu işlerde bir de hiç iyi değilim. Nerde
hangi kelimeleri kullanmam gerektiğini de biliyorum. “Ne yapıyorsun telefonda
sen? Dinlesene beni.” Hep sen zaten. Hiç sen deme. “Arkadaşımın babası vefat
etti. Ne diyeyim git başımdan ben Bayan Ego`yu mu dinleyeceğim?” Sert kaçtı
buda. Sinirlerine hakim olsana sen. “Başı sağolsun. Nesi vardı?” “Kanserdi.
Kemo işe yaramadı. Sıçramış. Ahh unutuyordum ikinci bir cenaze haberi daha
aldım. Kraliçe`nin dedesi ve o da kanserdi. Nil Kuşu arayıp haber verdi. Off berbat
bi gün iki cenaze haberi üst üste.” Ne kadar çok kanser olan insan var. Ölüm çok
kolay gibi. Birkaç çekirdeğini peynir ekmekle yemiş hücreyle hemen gelebiliyor.
“Kötüymüş. Neyse sonra…” hala sonra diyor ya. Yine kimden bahsediyor acaba. Evet
evet herkes sana aşık ve gezegenler güneşi bırakmış senin etrafında dönüyor. “…haksız
mıyım ama?” Haklı mı? Cümlenin başını kaçırdım. Ama standardı var bu işin kolay
bu. ”Haklısın canım” o bunu yapmış şu şunu. Karşıma geçmiş hiç tanımadığım
insanlardan bahsediyor. Onu biliyorsun dimi bunu hatırlıyorsun. Nerden bilim
ben onları. Mamayı siz birlikte yemişsiniz ben değil ki. “Evleneceğim adam bu
benim. Ben bununla bir ilişkiye başlarsam bırakamam.” “Bir dakika. Sen en son
konuşmada şu benim evleneceğim adam demiyor muydun?” “yok ben anladım o değil
bu.” Lan bu bu deyip durduğu adam 30 yaşında değil miydi? “Bu 30luk değil mi?” “29
bee.” Ne fark edecekse. Hem ne evlenmesi lan. Sen daha ikinci sınıfa zor
geçtin, ortalıkta kariyer deyip duruyordun. Hani bu adam takmıştı, peşinde
dolanıyordu sadece. Lan diğerlerinin suyu mu çıktı? Söyle kızım bunları yüzüne
yüzüne. “farkındasın dimi yaş, mesafe. Sen İzmir`e gideceksin iki gün sonra. Sakın
bana bir şey olmaz deme. Aşkın yaşı yoktur da deme. Okulun bitmiş olsa yirmini
ortalasan kabul ama bu yaşta saçmalık. Sen vize final diyeceksin adam başka
şeyler. 8 yıl olmuş adam o defteri kapayalı. Sekiz yıl önce okula başlayan
çocuk ergen oldu liseye gidiyor.” Dinlemedi tabi. Neymiş aşıkmış ama olmazmış
biliyormuş. O yüzden bir ilişkiye başlayamazlarmış. Ama o kadar aşıkmış ki
unutamazmış. Söylediklerinin hepsi yalan kendini kandırıyor. Aşık falan değil
de. Nerden biliyorsun derseniz bu hep böyle. Kafayı 5 yıldır taktığı bir çocuktan
sonra her görüşmede birine aşık geliyor karşıma. Zaten nerden dedim evdeyim
oturuyorum. Ohh Nil Kuşu`da sattı beni tek başıma dinledim bütün gece. Ne
kadersizmişim. Kafa salla, göz teması, her soruyu yuvarla… En son otobüste
trafikte baş başa kalmıştık. Dahi Reklamcı kulaklığını takıp beni kaderimle baş
başa bırakmıştı. Bir koca yıl bir daha bu duruma düşmemek için ne işler
çevirdim. Ama bu kez bana patladı. Niye görüşüyorsun derseniz iyi kız aslında. Sadece
aşırı çarpık ilişkileri var. Birde tek yakalarsa beyninizde Anadolu Ateşini
oynatıyor. Grup içinde eğlenceli. E tabi o koşullarda uyum sağlamak zorunda. Ahh
bir de ben bu bana anlattıklarının hepsini eve dönerken baştan diledim. Telefonda
arkadaşına anlattı. Jigsaw bile bu kadar zalim olmamıştı.
7 Eylül 2014 Pazar
stajımın son günü hoş çakal patisi bekliyordum
Stajda tanıştığım bir kız var. Orada asistanlık yapıyordu. İstanbul`da doğup büyümüş ama ailesi ayrılınca annesiyle başka bir şehre taşınmak zorunda kalmış. Çünkü çarpık erkek zihniyle baba tüm mal varlığından kurtulup anneye beş kuruş para bırakmamış. Babalık görevinin de döllenmeden sonraki evresinden bir haber yaşamış. Yaklaşık bir yıldır da asistan İstanbul`da yaşıyormuş. Teyzesi aman tek başına yaşayamaz, ben varım burada demiş. Kızda belli bir kira verme karşılığı kabul etmiş. İyi yürekli teyze almam demiş ama zorla da olsun bırakmış. Nereye gelmeye çalışıyorum ben onu anlatayım. Kız annesinin yanına birkaç günlüğüne gidince de annesini arayıp “Sakın kızı geri yollama. Hastalanıyor burda bak. Panik atakları arttı. Aman sakın yollama. Ona da bir şey söyleme.” Kızı bu sözler yüzünden tuvaletten ağlarken buldum. Yoksa öyle merhabadan fazla tanışıklığımızda yoktu. Ben stajyer, o yüksek topuklular sınıfına mevcut. “Benden nasılda bıkmış. Hâlbuki hiç bir şey hissetmedim. Bir yıldır tek bir atak bile geçirmedim. Sürekli ben senin annenim diyen bir kadın niye böyle yaptı, ne yaptım ben?” diyor. Cevap açık değil mi? Misafirperverliğimiz yüze karşı. Arkadan gitse de bir kurtulsak diyoruz sadece. Niye bu kadar iki yüzlüyüz? Poh pohlayarak ağırladığımız misafiri, bize arkasını döner dönmez niye “sonunda gitti” uğurluyoruz. Hepsinde çoğul konuştum çünkü benimde yaptığım oldu. Şehir dışından gelip haftalarca kalan oldu. Ama bunlardan keşke gitmese dediğimde oldu, gider gitmez göbek atmaya başladıklarım da. Oh be dediklerim; evi otel niyetine kullanan, her dağınıklığı kat görevlisinin gelip temizleyeceğini sananlardı. Yaptıkların için bir teşekkürü fazla gören, hatta bir tebessümü. Bir de sanki görevinmiş de iyi yapamamışsın gibi her boka burun kıvıranlar. Lan ben çaya gitsem, kalkıp yardım ediyorum, üstüne toplamadan çıkmıyorum. Teyze hanım rahatsız oldu ne diye yüzüne karşı söylemiyor ki? Sen söylüyor musun derseniz 100 kişiden 1`ine. Ama teyze yeğensek bunun aramızda sorun olmaması gerekiyor. En azından bizde öyle. Şimdi kız fırlamış emlak fiyatlarıyla ev bulmak zorunda. Annesi de ne yazık ki kanser ve yanına gitme sebebi de oymuş. Tedavi için İstanbul`a yanına alacak. Gerçekten kötü olaylar birbirini çekiyor. Kızın aklındaki en parlak fikirse part time iş. Huhu zaten bütün gün iştesin. Ne ara diyorum ama akşamları hafta sonu diyor. Elimden de bir şey gelmiyor ki. Tek yapabildiğim dinlemek oldu, bir de bu ay ki vicdan muhasebemde borç içinde battığımın farkına varmam.
ya kanada`nın kuzeyinde yaşasaydık
Annem ikizler burcu. Bu yüzden değiştirdiği her kararı buna
bağlıyor. Babanı ben ikna ederim derken bir anda babamın onu ikna etmesi
gerekebiliyor. Sonuç perişan bir ben. Saat konusunda birlikte yenemeyince, böl
parçala taktiğini kullanmaya karar verdim. Annemi mutfakta sıkıştırdım e
başladım dil dökmeye. Tam kıvama geldi derken gözleri yerinden fırlamış şekilde
”Alkolden uzak duracaksın ama. İçmiyorsun dimi?” bir dakika ya ben bu konuşmayı
daha öncede yaptım. Arkadaşın doğum günü vardı ve cadılar bayramına denk
gelince kostümlerimizi çekelim partimizi yapalım dedik. Mekan ayarladı, herkes
hazır ve benim izin problemim. Ama o zamanki soru daha önce alkol kullanıp
kullanmadığımdı. Doğruyu söyleyip gitmemeyi ve annemin bağrışlarını mı yalanı
mı terci etmek arasından çok gidip gelmiştim. Tercihimi ise doğrudan yana
kullandım. “Nerde, ne zaman, ne içtin?” soruları ve öğüt içerikli konuşmadan sonra
dürüstlüğüme karşılık izni koparmıştım. Tabi anneme sadece denedim, merak
etmiştim, hepsi tadımlık dememden dolayı da yırtmış olabilirim. Ya da
içmeyeceğime dair verdiğim garanti. Sadece o geceye özelde değil. Annem babamı da
ikna etti sonra. Ancak ben iki gün kala
dersten çıkıp, hastaneye gitmeyi başarıp, hastane kapısından girdikten sonra
yere yığılacak kadar hasta olunca itirafım boşa gitti. İki hafta boyunca
kıçımdaki iğne ağrılarıyla yattım ve babam hayatında ilk kez ben hastayım diye
sevindi. Hatta iyi ki hasta oldun dedi. Ve benim karşımda yine aynı durum. 5
aydır sözümü tutuyorum ama öncesinde ihlallerim mevcut diye bu kez yalan
söyledim ve izni kopardım. Zaten Nil Kuşu`nun abisi de bize eşlik ediyordu ve
paketi eve teslim edecek diye daha kolay oldu. Bu arada “paket” annemin beni
tanımlaması.
İzni alan benim aslında en büyük problemi izin değilmiş. O kahrolasıca
dolapta hiç, hiç ve hiçbir şey uygun değil. Hiçbir şey yoktu ya. Aradım taradım
ama yok. Ne giysem olur bir türlü bulamadım. Elbise mi giysem, etek mi, pantolon mu? Erkek olsan
seçenek az. Etek giyme ihtimalin yo, İskoç
değilsen tabi. Onlarında gece çıkarken etek tercih edeceklerini zannetmiyorum.
Oturup külkedisinin perilerini bekledim, haspam meşgulmüş gelemedi. Böylece ben
dolabımla başbaşa kaldım. Yaptığım her kombini kızlara attım. Ama benim gözümde
hepsi kusurlu. Kıyafeti hallettik geldi ayakkabıya. Topuklu ayakkabıları ne
kadar çok seviyorsam, o kadar yürüyemiyorum ve benimseyemiyorum. Acıdan başka bir
şey değil. Hitler`e zamanında çıtlatılsa erkeklere işkence etmek için topuklu
ayakkabı giydirip koştururdu. Bir de çok kısaymışım gibi ayakkabılar bol
topuklu. Düğünden düğüne giyilince öyle oluyor tabi. Sonra birde gözümün dönüp
aldığım ama sonra giymek için hala fazla nazlı davrandığım az topuklulardan
birini seçtim. Sonra da oturdum kendime kızdım. Çünkü ben dünyanın en rahat
insanıyım. Nereye gittiğim, kim olduğu fark etmeden istediğimi giyinen rahat
ben gitmiş, diğerleri gibi olmuştum. 3 koca saatim gitti. Ondan bir “güzel
olmuşsun” lafı duymazsam topuklu
ayakkabıları ona giydirip 100 kilometre koşturturdum hani.
Şanslı hergelem acı dolu işkence planlarımı duymuş olsa
gerek ki ağzından o kelimeleri dökmeyi başardım. E o saatten sonra da gece
inanılmaz keyifli geçti. Uzun zamandır bu kadar kalabalık olmayı
başaramamıştık. Bolca da Aslan`la dalga geçtik. Nil Kuşu`nun abisi var diye o
kadar gergindi ki o bildiğimiz adam değildi resmen. Gecenin tek kötü tarafı
Prensciğimin kız arkadaşına evlenme teklifi ettiğini öğrenmek oldu. Nil kuşuyla
yıkıldık da kimselere belli edemedik. Bu nasıl iş o nerden çıktı derseniz Nil
Kuşunun abisinin arkadaşı ve o bir Kıvanç. Hani hayranlıkla
seyrettiklerinizden. Liseden beri onu hayranlıkla izlemekteyiz. Yoksa artık
evlenme vakti de geldi. Biz büyüdük o da 30 oldu. Yalnız Nil kuşunun abisinin
başı belada Fok Balığı bir yüzük bekliyor ondan haberi yok.
21 yaşıma çoktan girdim ama Dahi reklamcı kutlayamadı diye
tekrar kutladılar. Bense keşke bugün doğum günüm olsa bugün 21 girsem dedim.
Bay B dizimin dibindeyken. Çok
bahsetmedim farkındayım ama hala güzel geçen gecenin etkisindeyim. Daha az
saçmalayan bir ben oldum diye sanırım. En azından “şey” li cümlelerden
kurtuldum. Tabi dirseğimle çarpıp üzerine döktüğüm içki dışında. Aman ne olcak
sanki azıcık altına işemiş gibi durduysa. Karanlıkta kimsecikler görmez. Kutuplar
yakın olsak işte o zaman sorun olabilrdi ışıklandırmada. Sinirlenmedim derken
ciddidir ve beni arar. Yoksa ben depresyona girerim, çıktığımda da onu
depresyona sürüklerim.
4 Eylül 2014 Perşembe
azıcık düşünmek gerekirdi tabi
Anlımın ortasındaki “L”nin herkes tarafından görüldüğüne
eminim. Çarşamba içinde reddedileceğimi sanıp arkadaşımla görüşecektim dedim.
Aramızda kalsın yoktu öyle bir şey. Ama yalanı desteklemek için beynim sipariş
yetiştirmeye çalışan şef gibi çalıştı. Ama yemeklere tuz atmayı unutmuşum.
Kendimi nasıl kaptırdıysam yine çenem düştü. Ya yalan söyleyince anlaşılmasın
diye en ince ayrıntıya kadar veriyorum. Bende buna Nil Kuşu`yla buluşacağım şu
saatte falan dedim. Ne diye derim ki. Nerden tanıyacak arkadaşlarımı. Kız ismi
verip aklını bulandırmamak aklıma gelir, saat vermemek gelmez. Hepsini geçtim
ne diye sürekli gittiğin bir yere gidelim dersin. Ben akılsızım ya. Zaten hep
başıma bundan geliyor her şey. Ama tüm aksiliklere rağmen de çocuğun karşısına
kuruldum. Bu garsonun menüyü bırakmasına fırsat vermeden “İki kahve istiyoruz.”
diye yumurtladı. Keşke bir kibarca sorsaydın fikrimi. Bana dönüp “Hangisinden
içersin?” allahım nazar değdirdim bu
çocuğa ben. Bir baksaydım menüye be. Ben kahve sevmiyorum çokta kahve adı
bilmem. Türk, latte, espresso şuan aklıma gelen. O ansa aklıma gelen sadece”Şekerli”
oldu. Güldü “Anlaşılan Türk kahvesi içiyoruz” dedi. Biz tatlı tatlı sohbetimizi
ederken de o kahveler ecelim olmaya geldi. Benimki buz oldu bende tık yok.
İçsene, ne oldu falan deyince yudumlamaya başladım ama mimklerime hakim
olamıyorum. Nasıl bir surat ifadesi içerisindeysem “Bir şey mi oldu? Bir yerin
mi ağrıyor?” dedi. Ama susma işi benlik olmadığından kendim olmaya başladım
patır patır ortaya döktüm her şeyi. Tabi düşündüklerimle ağzımdan
çıkarabildiklerim birbirinden oldukça farklı. Aşık olmasam ne, “şey, ımm, hımm”
der kendimi rezil ederim, nede birinin içine böyle düşmem. “Şey ben aslında…
pek kahve sevmem, sen yani şey ben kahve içelim derken öylesine dedim, yani
kahveyi öylesine yoksa şeyi değil. Ben düşündüm belki şey yani başka bir şey de
içsek olurdu.” Düşünmüşüm. Pehhh. Ne düşünmesi ya. Ben konuşma evresini iyi
atlatamamışım. Bir cümle içinde bu kadar çok “şey” kullanılır mı? Bir de bu
aklımda kalan miktarda “şey”. Siz bir de o tatlı sohbetimiz dediğimiz benim bol
şeyli konuşmamı dinleyin.
Ben buna arkadaşımla buluşacağım dedim ama bu arkadaşın
gelene kadar senle oturup beklerim deyince ben kendimi tuvalete attım. Çünkü
benim öyle buluşma planım yok. Sarıldım telefona Nil Kuşu`nu aradım. Evi yakın
yirmi dakika ya gelir. Ama bizim ki sınavım var yarın gelmem diye tutturdu.
Sınav bu önemli ama, bak yeğenlerine annenizle babanızın bu gün ki halleri
benim sayemde deme fırsatı var diyorum, dinlemiyor. En sonunda halime acıdı
kabul etti. Bu gelince plan tanıştırıp, hatta mümkünse tanıştırmadan “aa arkadaşım
gelmiş” deyip kaçmaktı. Ama yine planlar tutmadı. Zaten bende doğru giden ne
var ki. Bizim ki oturdu çocuğu süzmek için, bilirim ben onu. Hava su muhabbeti
ettik, biz kalkalım yemek yiyecektim dedim ayaklandım ve Bay B.`mden hayatımda
duyduğum en güzel kelimeler çıktı. “Size katılmamın sakıncası var mı?” Hiç olur
mu? Bundaki de soru şimdi. Kocaman gülümsedim cevap vereceğim bizim kız “Bizde
yiyecektik.” dedi. Ne sizi be. Yemek bile yemeyecektik ki biz. Off bu kızın
sınavı var ve buraya sürükledim bir de hala beyinsel dırdır yapıyorum. Kız beni
bir de iyi tanıyor ve ettiğim küfürler onun kafasında yankılanıyor. Durumu
kurtarmak içinde “Cuma akşamı dışarı çıkıyoruz sende gel. Kutlama yapıyoruz.
Benim yaz okulu Layd`nin staj bitiyor” dedi. Ve böylece ben arkadaşımı çarmıha
gerip yakmak istedim. Lan annemler izin verdi mi sorsana ban bir. 11`e kadar
iznin var diyor başka bir şey demiyor. Ne olur hayır de. Ben gelemem de. Çok
isterdim ama olmaz de. “Tamam olur. Biz Lady`le haberleşiriz.” İt herif bir
kahve için beni süründürdü, şimdi kalkmış her boka tamam diyor.
Haberleşirmişiz. Annemle babamda öyle diyordu. Sen onunla haberleş sonra fink
fink gezin. Yalan söyleyen dilime de, düşünen beynime de, bana kıyak geçtiğini
düşünen mezarını kimsesizler mezarlığından hazırlayan arkadaşıma da, olmadık yerde evetlerini harcayan Bay B`ye
de… Ben gidip annemle babama yalvarma seansına devam edeceğim.
2 Eylül 2014 Salı
kahve bile sevmiyorum ki ben
Romantik komedi sevmeyen var mı? Bir Nil Kuşu pek sevmez.
SarıKız romantik komedinin komedi kısmını unutup, gözleri doluk doluk izlediği
olur. Benim Sidikli ise ne bilim sever ama illa diye tutturmaz. Ben severim hem
de çok. Korku filmi mesela hiç sevmem. Canımın sıkkın olmasını da beklemem izlemek
için. Romantik komedileri ilk izlemeye başladığımda ortaokul dönemindeydim ve
her biri bana büyüleyici geliyordu. Bir kere mutlu sonu garanti. İzlerken
gülümsüyor, şanslıysan gülüyorsun. Yeni izlemeye başlayanlar için önlerine
bolca farklı konulu, değişik karakterli, harika filmler geliyor. Sonra izleme
seviyesi bir tık daha yükselince, konular aynı ve her şey tahmin edilebilir
oluyor. Beğenmeme oranın artıyor. Tüm bunlara rağmen, tahmin edebilirliğine
rağmen izlemeden edemiyorsun. Amerikan romantizmini sonuna kadar hissediyorsun.
Ya adam koşuyor peşinde ya da tesadüfler birbirini kolluyor. Sonra kadınlar
bizim gibi sürekli ilk adım erkekten gelsin diye beklemiyor. Şu çıkma adı
verdikleri şeyi rahatça öne sürüyorlar. “Kahve içelim mi?| öğlen yemeğine
çıkalım mı?” Ben de romantik komediyi fazla kaçırdım sanırım. Bir tesadüf
görmeyeyim yeter ki. Stajdan sonra şu Bay B ile tanıştığım vakfa uğradım.
İyilik meleği tarafım yine kabardı. Halbuki şeytanla yarışırım ben. Tesadüf burada
işledi ve Bay B. Bir şey için sponsor bulmuş. Çocuğun zaten elinin kolunun
uzanmadığı yer yok. Bense yardımları cebimden para çıkarmadan yapan
tiplerdenim. Yardımsal içerikli konuşma dışında hiçbir şey elde edemeden çıktık.
Metrobüse doğru yol alıyoruz, bende bir yandan kendimi gaza getiriyorum. Ne
olcak yani ilgimi belli etsem. Etmesem ve onun dürtülmeden bana geleceği yoksa
ve ben midemde ki kelebeklerle başbaşa kalırsam. Hem ondan hoşlanmıyor gibi
davranıp tersleme olayı daha önce elimde patladı. Pişman olmak istemiyorum. Keşkeyle
yaşamak hiç. “Bir yerde oturup kahve içelim mi?” ağzımdan çıktığında ancak fark
edebildim ne dediğimi. Daha kendimi gazlamakla meşguldüm halbuki. Döndü ve gülümseyip “Planım vardı.” dedi. Ben
o plan yaptığın sürtüğün saçını başını yolduktan ve kıçını tekmeledikten sonra
planın olmayacak ki. “Yarın içelim o zaman?” kafasını garip bi şekilde sallayıp
“Aslında yarın babamla.. ” gerisini dinlemedim. Ne dinleyeceğim. İkinci kez
teklif etmeyi düşünmezken ağzımdan çıktı ve reddedildim. Kendimi kusmuğunu geri
yutmuş gibi hissettim. Bay B olacak
salakta sırıtıp ”Çarşambayı sormayacak mısın?” dedi. “Daha fazla reddedilmeyi kaldıramam” dedim
ama sen sor sor deyince “Çarşamba?” dedim. Kahkaha atıp “Aslında Çarşamba da..”
deyince yumruğu karnına geçirdim, biber gazını çıkarıp acımasız polis edasıyla
kafasına boşalttım. Sonra da malum yerin dizimi geçirdim. Tabi bunları beynim birkaç
saniye içinde yaparken kalbim izin vermedi “Boşver, zaten arkadaşıma söz
vermiştim unuttum.” dedim. “Arkadaşını biraz bekletmek zorunda
kalacaksın. Çarşamba seninle kahve içiyoruz.” dedi. İşte o an kalbimin
ortasında olimpiyat meşalesi alevlendi. Pheidippides`in Atina`ya koşuşu gibi
kalbimde ona doğru koştu. Rezil oldum ama mutluyum ben. Senden hoşlanıyorum
diye böğürdüm resmen ama o da umurumda değil. Ben mutluyum ve iyi hissediyorum
işte. Tabi arada beynim araya giriyor ve ne kadar rezil olduğumu bana maydanoz
süslü tabakta servis ediyor. Adam resmen
benle dalga geçti. Parmağında oynatmadı evirip çevirdi. Gurur denen şeyin
kırıntısını bırakmadı bende. Demek ki neymiş, romantik komedilere inanıp bunu
Türk erkeği üzerinde denememek lazımmış. Zaten orda hep muylu son, burada ise
uçurumdan atlamak ne kadar mutlu sonsa.
1 Eylül 2014 Pazartesi
basketbol mu?
Aşk insana olmadık şeyler yaptırabiliyor. Gurur falan
zırvalıktan başka bir şey olmuyor o an. Ya da bu iş bende böyle işliyor. Bundan
üç yıl önce sığırın birine aşık oldum. Belki daha sonra bu bende yıkıma sebep
olan Bay Uzun`la şarap yapılmak için ezilen üzüm gibi olan ilişkimi anlatırım.
Burada önemli olan benim onun peşine düşmem. Hatta istediği kadını karşısına
dikmek. Tabi bu kadın tamamen benim tahminlerim üzerine kuruluydu. Adamı kafaya
takmıştım. Hem peşinden koşuyordum, hem de hepsi tesadüfmüş gibi davranıyordum.
Çocuk aklı işte. Böylece adamın aklına kendimi sokacaktım. Bunun için neler
yaptım neler. En basitinden adamın ders programını ezbere biliyordum. Kendi ders
programımdan ise kesinlikle bir haber yaşıyordum. Gittiğini bildiğim her yere
anında damlıyordum. Kar ağıyor diye kıçımı kaldırıp okula gitmediğim gün
okuldaki yegane kız arkadaşım o burada diye haber verince kalktım gittim. Saplantılı
sapık hallerim o zamandan belliymiş benim. Adam basketbolcuydu. Daha doğrusu sakatlanan
kadar. Hayatından en çok sevdiği iki şey vardı. Biri basketbol biri Beşiktaş. Bende ki rakipleri
görüyorsunuz. Neyse işte 2011-2012 Basketbol Ligi`ni özellikle Beşiktaşlılar
bilir. Bay Uzunda hiçbir maçını kaçırmaz giderdi. Son maçlar hele herkes
konuşup biletleri alıyordu. Baktım bizimki sürekli orda bende gitmeliyim dedim.
Zaten son dönemde böyle ilişki garip bir halde. Ama hala istediğim gibi kollarımda
değil. Maç biletlerine baktım yok. Hepsini içmişler resmen. Bilet bulup kendimi
orda etiketlemem, hatta onunla karşılaşmam ve bu salak kaçan kovalanır sanıp
kaçma işini bitirdiğimi göstermem lazım. Ama bilet bulabilirsem. Sonra aklıma
Nil Kuşu geldi. Babası eski milli judoculardan ve bu spor etkinliklerine bilet
bulma uzmanı. İsterse dünya şampiyonası olsun fark etmez. Nil Kuşu`nu benle de
gitmeyi ikna ettim ve biletler tamamdı. Ama bazı küçük sorunlarım vardı. İlki
locada izlemek gibi bir niyetim yoktu. Kaldı ki Nil Kuşu`nun babasının da
bizimle kalması yüzünden çocuğu arayıp soramadım. Bir kez karşılaştık ondada
yanımdakini babam sanıp topuklamasıyla mahvetti. Bana kalan tek artıysa soyunma odasına inmek
ve oyuncularla tanışmak oldu. Gerçi ben Beşiktaşlı bile değilim ki. Buraya
nerden geldin dersen Türkiye-Amerika maçından. Anılarımı depreştirdi
hergeleler. Yalnız ilk iki periyotta çok iyi oynadık. Yenilsekte ben gurur
duydum bizimle.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)