29 Mayıs 2020 Cuma

o kadarcık daha kalsan olmaz mıydı?


Babaannemi öldüğünden beri rüyamda hiç görmedim. Bazen sesini duydum, bazen sadece orda olduğunu hissettim. Yüzünü hiç göremedim. Sidikli ne zaman rüyasında görse uykusunda ağlar. Uyanırım, sarılırım, onu anlatmasını dinlerim, babaannemin bize anlattığı masalı anlatırım. Kendi masalını. Dünyalar tatlısı bir kadındı. Uzun saçları, ikide kedisi vardı. Güzel bir kadındı, boylu poslu. Güzel yemekler yapardı. Ama en güzel yaptığı şey beni çok güzel severdi. “Allah kızlarıma böyle kaynana nasip etsin” diye anneme dua ettirecek kadar iyi bir kaynanaydı. Anneme gerçek kızıymış gibi davranırdı. Sidikli favori torunuydu. Galiba aramızda ona benzeyen, onun kadar zarif olan o olduğu için. Çanakkaleliydi. Evin tek kızıydı. Onu çok seven bir baba iki de abisi vardı. Aşık olduğu adamla tanıştıktan sonra ailesini arkasında bırakarak Karadeniz’e  yerleşmişti. Deli gibi aşık olduğu kocasının öldüğünü öğrendiğinde bebeğini erken dünyaya getirmişti. Babasının adını vermiş oğluna. Ailesi geri dönmesini istemiş, kocasının ailesi baştan beri istemedikleri yabancı kızın gitmesini. Ama benim babaannem inatçıdır, pes etmez. Kalmış. Aşık olduğu adamla yaptıkları evi, anıları bırakmamış. Yıllar sonra bile anlatırken ağlardı. Tekrar tekrar ne kadar aşık olduğunu söylerdi. “Dul kadını rahat bırakmayacaklarını anladığımdan yanımdan tüfeğimi hiç ayırmazdım” derdi. Herkesin gözünü korkutmuş. Bir tek dedem vaz geçmemiş. Ailesi oğullarının dul ve çocuklu bir kadınla evlenmesini istememiş. Babaannem ölen kocasına aşıkmış. Ama dedem babaannemi herkese hatta ona rağmen çok sevmiş. Tam dört yıl ona evet demesi için beklemiş. Babaannem ”Ben çok şanslı bir kadındım. Bir kez çok aşık oldum, bir kez çok sevildim, sevdim” derdi. Dedem sert duruşlu, soğuk bir adamdı. Ama babaanneme bir başka bakardı. Güldürmek zordu onu. Hatta ben hiç başaramadım. Ama babaanneme bakarken hep gülümserdi. Dört oğulları bir kızları daha oldu ama dedem en çok babaannemin ilk oğlunun üzerine titrermiş. Gerçi onun için tüm ailesini karşısına almış, babaannemin kendi evini bırakmamasını, tutunmasını kabul etmiş. Bazen babaannem bizi de alıp giderdi. Ahşap bir evdi. Çatı katına saklanmayı çok severdim. Evin önündeki derede oynardık. Babaannemin küçük bir bahçesi vardı. Hep tek bir tane kırmızı çiçeği olurdu. Küçükken gül zannederdim, meğer gelincikmiş. Dünyanın en güzel kırmızısıydı. İçimden hep koparıp saklamak gelirdi ama babaannemin izin vermediği tek şey ona dokunmamızdı. Hasta olmaktan nefret ederdi. Hastalandığında en çok nefret ettiği şey hasta olmaktı. Annemle uzun yürüyüşlere çıkarlardı. Sidikli dibinden bir dakika ayrılmazdı. Dedemse gecesi gündüzü, aldığı nefes oymuş gibi davranırdı. İki kez ölümün kıyısında dolaştı ama geri geldi. Sonra elektriklerin kesildiği bir gece evindeki boktan merdivenlerden aşağı düştü. Ben onu hiç göremedim sonra, hiç. Bana masal anlatmasını özledim. O baş etmesi zor saçlarımı örmesini özledim. İyileştikten sonra söz verdiği gözlemeyi yapmadığı için kızgınım. O kadarcık daha kalsa olmaz mıydı? Zaten hain kedileri de o öldükten sonra gitti. Dedem günlerce aradı, sanki kedileri bulursa babaannemde gelirmiş gibi. Babaannem eve dönerken peşine takılan iki yavru kedi onunla birlikte gitti. Geriye bir tek albümleri karıştırırken çıkan fotoğrafları kaldı. Bir de dedemin anneme verdiği babaannemin hiç çıkarmadı dedemin verdiği yüzüğü ve aşık olduğu adamın kolyesi kaldı. Yüzüğü benim, kolyesini Sidikli`nin düğününde takacakmış. Keşke bir on yıl daha bekleseydin be babaanne. Annem değil de sen saklasaydın.