26 Nisan 2016 Salı

iç organlarım tozlanmıştı


Çok çabuk değişiyoruz. tüm tecrübelerimiz biz fark etmeden, bizim karakterimizin taşlarını törpülüyor, bazen üç kez sektirmeyi başarmak uğruna suya atılıyor. Bazende sadece atıp yenisini koyuyoruz yerine. Hiç öyle uzun uzun hayatı anlamı düşünen ya da çok derin olan bir insan olmadım. Ölümü çok düşündüğümde söylenemez. Hatta bir çoğunuza göre yüzeysel bir insanım. Duygular derin anlamlar pek bana göre değil. Hep bunlar için ruhumun fazla neşeli olduğunu düşündüm. Anı yaşadığımı falan düşündüm ama fark ettim ki anı değil sadece herkes gibi sıradanlığı yaşıyorum. İsteklerim için tek harekette bulunmuyorum çünkü fazlasını istemek beni korkutuyor. Hiç ölmeyecekmiş gibi zamanımı boşa harcıyorum duygularımı bastırıp söylemek istediklerimi hissetmek istediklerimi hissetmekten geri duruyorum. Dünyayı gezmek istediğimi söyleyip hiç bir adım atmamak geçirdiğim boşa zamanın bir göstergesi sanırım. Bir sürü karar verdim. Ben hep yaşamayı sevdim, acılarımın yaşamı gölgelemesine izin vermedim. En azından uzun süre yaptığım buydu. sonuçta acılarda mutlulukta geçiciyken üç günden fazla ağlamak saçma geldi. Dedem içinse çok uzun süre yas tuttum ve tutmaya devamda edeceğim. Ama bunun yüzüme hayatıma yansımasına izin vermeyeceğim. Gülerken de bir insanı hatırlayabilirsin. Sadece ağlarsan hatırlıyorsun demek değil. O harika bir adamdı ve harika yaşayıp fark ettim ki çok seven biriktirmiş. Bense şu zamana kadar bir çok insan için pis sürtükten başka bir şey değilim. Öyle efsane sevenlerim de yok. Artık kendime yepyeni bir hayat istiyorum. Etrafımdaki ilişkilerin bir çoğunu yüzeysel olduğunu fark ettim bu süreçte.Bu yüzden hepsinin kategori sınıflamasını elden geçireceğim. Pasaportumu aldım, ekim ayından 10-15 günlüğüne yurt dışına çıkıp, şehri hızlıca gezmeyip yaşayacağım. Eylül ayına Kapadokya tutu aldım. Sorun çıkmazsa gideceğim. Görmek istiyorken neden erteleyeyim ki. Birazcık saçlarımı kestirdim. istediğim o blogumdaki header gibi kestirmek bir gün ama o zaman cesaretim yoktu şimdi saç meraklısı sevgilim var.

19 Nisan 2016 Salı

miras



Ölümünden sekiz gün sonra avukatı geldi. Bizler dağılmadan vasiyeti halletmek ve bir kaç sayfalık bir şeyler yazmış, ilk unutmaya başladığında teşhis konulduğunda. Hep kendi açımdan bakıp unutulmanın kötü olduğunu düşünmüştüm ama unutma korkusunun nasıl olduğunu pek düşünmemiştim. Unutmadan hepimiz için birşeyler karalamış. Herşey bittiğinde birçek insan miras için kavga ederken bizim ailede dedemin elinden çıkan son şey için birbirimizi yemeye hazırdık. En son kağıdı eşit bölüp çocuklar ve torunlar arasında paylaştırdık. Torunlarına sembolik sayılcak şeyler bırakıp geri kalanını ne yaparsa yapsın kardeşler arasında demiş. Evin arkasında bir meyve bahçesi var onu tüm torunlarına bırakmış. Her birimizin doğumunda bir ağaç dikmiş. Annemin doğumunda diktiği incir ağacıda bana kaldı. Çocukken sürekli kuzenlerimi ona çıkartır dedemden bir ton azar işitirdim. Silahınıda bana bırakmış. Yasal olarak nasıl olacak bilmiyorum ruhsat falan ama sanırım artık bir silahım var. Küçükken dayılarım gibi asker olucam derdim. Bir keresinde dedemin av tüfeğini alıp ava çıkmaya kalkmıştım. Sanırım çocukken silaha biraz fazla meraklıydım. Bize dair aslında hiç bir detayı unutmamış saklamış gibi. Kuzenime kapalı çarşıda bir arkadaşının adını bırakmış. “Erken mezuniyet hedyen istediğin kadar kumaş al kes biç” demiş. Mezun olalı 2 yıl oldu ama dedem kaçırdı. Uyuz`a bir bnka hesabı bırakmış mesela ama çikolata alması için. Biz çocukken hep çikolatayla gelirdi. Bir kez unuttuğunda Uyuz dayanamayıp sormuştu. Eşşek kadar bile olsak o günden sonra hep unuttuğu zamanı hatırlatıp daha unutmam diyordu. Unutmamış yine ama bence çikolatayı elli kuruştan hesaplamış. Zam geldi be dedem. Sidikli`ye eski madeni paraları bırakmış. Sidikli ilk dedemde görüp sonra madeni para biriktirmeye başlamıştı. Dedemin bizi sevdiğini biliyordum ama ne bileyim bizi bu kadar düşündüğünün farkında değildim. Keşke tüm çocukluğum boyunca okul kapanır kapanmaz dedem bizi yanına aldığında arkadaşlarımı özledim diye kaçmaya çalışmasaydım. Keşke daha çok o dereye girseydimde daha çok azarlasaydın. Neden bilmiyorum ama dedemden bahsetmek hem iyi geliyor hem kötü. Çocukluğumu onunla bu kadar bağdaştırdığımın farkında değildim.  Onun ölümünün bu kadar boktan bir şey olduğunuda bilmiyordum. Herkes tek damla göz yaşı dökmediğimi düşünüyor ama gece uyumak yerine sessizce ağlıyorum. Bu kadar ağlamaya alışık değilim be ben.

18 Nisan 2016 Pazartesi

acı teraziyle de ölçülmüyor ki



Nankörlük ediyorum belki ama kalabalıktan bıktım. Aslında bıkmakdan ziyade yoruldum. Etrafta o kadar insan varken millete servis yapmaktan, iyi dilekleri için kafa sallakmaktan yoruldum. Kalabalığın içinde kafamı yaslayacak bir omuzu bırakın kendimi bulamadım. Kendimi çok robotik hissttim. Hiç bir şey hissetmeye hakkım yokuş gibi. Bir şeyler servis et, topla gelene hoşgeldiniz, gidene hoş çakalın. İnsanların yanımızda olmak için geldiklerini biliyorum ama fazla geliyor. İstediğim yalnızlıkken kendimi kabuklarımı örmekken açık yarayla çay servisi yaptım. Yedi gün istisnasız mevlüt pilavı servis ettim. Nefret etiiğim et tavuk kokusu çektim. En kötüsü de annemin o halini görmekti. Anneannemin yanlızlığını hissetmekti. Herkes aşk evliliği istiyorya bir durup düşündüm gerçekten ne istediğimizi biliyor muyuz? Dedemle anneannem birbirlerine çok aşıklardı. Dedemin tek unutmadığı insan. Aklıma sürekli anneanneme bakışı evden her çıkarken yüzünü iki eliyle tutup anlını öpüşü böyle salak anılar doluşuyor. En son hastanede yatarken sağ elimi tutup kendine çekmesi gözlerimin içine bakmasını unutamıyorum. Belki diyorum bir an hatırladı. Dedemin bizim için ne kadar önemli olduğunu hiç fark etmemiştim. 

16 Nisan 2016 Cumartesi

mükemmelimi çaldılar


Bana haksızlık ediyorlar. Herkes. İnsanlar evren inandığım ne varsa. İyi insanların başına gelen her kötü şeyden sonra gelen sonsuz mutluluğu anlatıyorlar. Yaşadığımız her güzel şey için sana bunları verdik sevinmelisin, daha kötüleri olabilirdi diyen bir akımla büyütüyorlar. Kötüler hep kaybeder diyorlar. Beynimizi saçmalıklarla doldurup sürekli yetinmemizi söylüyorlar. Dedemin benim büyüyüp yetişkin biri olduğumu, başarılı torunları olduğu için sevinmemi söylüyorlar. Dedem benim büyüdüğümü sadece gördü. Bilmedi ben kimim orda ne işim var neler yapıyorum. Mezun olduğumda dedem hayattaydı belki ama gelip göremedi bile. Sevdiğiniz bir insanın karınıza geçip sen kimsin demesinin ne kadar boktan bir duygu olduğunu bilemezsiniz. Her gün kim olduğunuzu anlatmaya çalışmanın onun gözlerinde hatırladığına dair bir işaret görmeyi ummanında ne tür bir duygu olduğunu bilemezsiniz. Kendimi haksızlığa uğramış hissediyorum. Mezuniyetini gördüğü torunlarının karşısında, evlenirken yanında olduğu torunlarını karşısında haksızlığa uğramış hissediyorum. Hayatımda tanıdığım en mükemmel adamı çaldılar.

7 Nisan 2016 Perşembe

çok acıyormuş

Yüzüm vücudum şişmeye şişmeye kızarmaya ve kaşınmaya başladı. Öğlenki toplantıdan sonra dayanamayıp hastaneye gittim. Zehirlenmişim alerjimi tetiklemiş. Akşama kadar üç serum, beş iğne yedim. Saatlerce tek başıma kaldım hastanede. Uyku uyanıklık arasında dedemi gördüm rüyamda. Gidiyorum bırakma beni dedi. Sabah annemde aynı rüyayı gördüğü için bilinçaltıma yerleşti. Taksiciye evin adresini verdiğimi hatırlıyorum ama yatağa kadar nasıl gittim çok net değil. Saat onda komşu uyandırdı.  Eve girerken halimi görünce üstüne ben telefonlara kapıya cevap vermeyince çilingirle açtırmış. Benden haber alamayınca anneme de haber vermiş kadın telefonda deli gibi ağlıyordu. Alerji oldum dedim fazla detay vermeden kapattım telefonu. Deli komşuları da evden gönderip tekrar yattım. Son zamanlardaki gibi yine dedemi gördüm rüyamda. Yayladaki evdeyim, herkes uyuyor. Soğuk olur diye battaniyeyi omzuma atıp dışarı çıkıyorum. Yazın bile soğuk olan sabahının ılık olmasına şaşırıyorum. Battaniyeyi katlayıp kapının önüne bırakıp yürüyorum. Çeşmedeki sudan içiyorum. Her zamankinden daha soğuk. İlerde bağdaş kurmuş oturan dedemi görüyorum. Yanına gidiyorum beni hatırladığından emin olmadığımı hatırlıyorum. Ne yaptığını soruyorum “Uyumaktan sıkıldım” diyor kara ekmek uzatıyor. Taptaze. Güneş iyice doğmuş ama sis hala kalkmamış. Sessizce izliyoruz. Sonra en sevdiğim şeyi yapıp göğsünün sol tarafına kafamı koyuyorum kalp atışlarını dinliyorum, sol elimi yanağına koyuyorum. Kolunu açıp sıkıca sarılıyor. Akıllı kızım diye seviyor. Kardeşlerinle kavga etme hiç diyor. Ateş almadan önce etrafını ne kadar yakacağını düşün diyor. Merhameti ince ince işledim hepinize unutmayın diyor. Kuzenlerini kandırıp incir ağacına çıkartma diyor. Kulağıma anlamadığım birkaç Rumca kelime fısıldıyor, saçımı öpüyor, “namazın vakti geçti” diyor. Ayağa kalkıp yine iki elini arkasında bağlıyor “gidiyorum” deyip sağ elini kaldırıyor. Ağlayarak uyandım yine. Çok korktum nedense. Annemi uyandırmak pahasına aradım. Sesini duyduğum ilk an anladım. Gerçekten gitti. Beni de anneannemi de bırakıp gitti. İyileşir dedim o kadar eminmişim ki meğer. Canım acıyor. Ağladıkça daha çok acıyor. Saat beşten beri havaalanında bekliyorum. O saatten beri sayfadaki imleç öylece gelip gidiyor. İlk defa bu kadar yalnızım. Gitmeye korkuyorum ama uçağa kalan dakikaları sayıyorum. Keşke bu kadar acıtmasa.

4 Nisan 2016 Pazartesi

yularımı kendim çekerim


Bir sweatshirt yüzünden birbirimize girdik. Huysuz, hödük, pislik. Hep onun dediği olmak zorunda hep onun istekleri. Onun yüzünden ben ben olmaktan vazgeçmek zorunda mıyım? Ben hep böyleydim zaten. Onu hiç bir şey için zorlamadım bile. Ama on beni onu değişmeye zorlamakla suçladı. Hayvan. Cumartesi günü aşağıdayım dediğinde beklemesin diye üstümdeki sweatshirt altına bir kot pantolon giydim indim.  İşteki bir sorun yüzünden huysuzdu bugün sinirliyim üstüne çok gelirsem ondan dedi ona da tamam dedim. Onunla görüşürken iç özen göstermediğimden dem vurdu, daha feminem giymemi istedi ses çıkarmadım. Eh onunla görüşürken ekstra uğraşmadığım malum ama ben işe giderken bile makyaj yapmıyorum. Belki ilk bir hafta ancak yapmışımdır. Ama eve bırakacakken o çekmeyi beceremediğim kemer konusunda yardım etmeye kalkınca kıyamet koptu. “Sen sütyensiz mi geziyorsun” diye hayvan herif bana bağırdı. Uyuz`un sweatshirtünü giydiğimden boldu ve  o salak çeyi evde otururken takıyorum. Onun ne kadar rahatsız edici bir şey olduğunu kusura bakmasın ama hayatında bir kere takmamışken bilemez. Ben o salak şeylerden nefret ediyorum. Çok bol olduğundan fark edilmiyor diye giymedim. O beklemesin diye de uğraşmadım giymeye. Hem ona mı sorcam ya neyi giyip giymemeye. Bende onun karışamayacağını söyleyince olayı babasından para almamaya bağladı. Neymiş ben babasından para almaması gerektiğini düşündüğüm için almıyormuş, benim için daha iyi bir insan olmaya çalışıyormuş. Ben bunların hiç birini ondan talep etmemişken benim dünya görüşüme göre şekillenmeye çalışan o. Tek dırdır etmemişken. Ama o düşüncelerimi yapmak zorunda hissediyormuş. Ben ondan hiçbir şey talep etmezken erkek çocuğu gibi giyinme diyen o. O mu karar verecek nasıl giyineceğime. Şu açılan düğme olayınıda attı tabi önüme. O günde giymeseymişim ne olurmuş acaba. Salaktım ben çünkü gömlekle sweatshirt arası farkı bilmiyordum. Böyle onsuz ne kadar sakin ve güzel bir gün geçirdiğimi yazmak istedim ama kendimi bir anda klavyede ona nefret kusarken buldum. İnsanların beni ben olduğum için yargılamasından nefret ediyorum. İşe giderken tüm o plaza havasına uymak için zorunlu bırakıldığım giysilerden, makyaj yapmamamın yargılanmasından, sütyen takmaya mecbur kalmaktan nefret ediyorum. En çok da Joker`in ondan istemediklerim hakkında kendince fikirlere kapılmasından nefret ediyorum. 

1 Nisan 2016 Cuma

haspalarım özgürlük ilan etti


Allahım dedim sanırım bugün yüzüme nur indi. Ay yok o hep vardı, sanırım yüzüme güzellik geldi. Muhteşem diye tanımladıkları şey oldum belli. Çok çirkin bir kız sayılmam ama bu sıra sanırım yediğim içtiğim bana yaradı cildim güzelleşti. Ay buldum sonunda insanlar benim melek gibi olduğumu düşünmekten bir tık öteyi görüp kanadımı, kafamın üstündeki haleyi görmeye başladılar. Yoksa fark etmeden ünlü mü oldum? Ay imza isterlerse yanımda fotoğrafım yok. Umarım vesikalık kabul ederler. Bugünün geleceğini bilseydim afilli bir imza üzerinde çalışırdım. İmza karakteri yansıtır diyorlardı. Şimdi bu imzayla havalı durmam. Yoksa deşifre mi oldum? Kendi fotoğrafımı mı koydum yoksa blogda falan. Yok canım yapmam öyle bir acemilik. Yoksa bu Joker beni keşfedip, 6. Sınıfta çektirdiğim koca yanaklı vesikalık fotoğrafımla öncesi sonrası yazıp anlıma da sürtük damgası yapıştırdı millete mi dağıttı? O da sanki burda yalan söyledik. Ne yaptıysa onu yazdık. Yapmasaydı yazmazdık. Hem niye okuyor ki? Nerde benim özel hayatıma saygı. Ay acaba fermuarım mı açık diye düşündüm ama net hatırlıyorum onu asansörde kontrol etmiştim. Bunların hepsini düşündüm ama gelen geçen herkesin bana bakmasının sebebini anlamadım. Tabi bu kulaklığımın teki kulağımdan çıkana kadar. Kafamı eğdim ve acı gerçekle yüzleştim. İman tahtamdaki düğme her ne kadar edepli edepli kapalı kalsa da göğüs hizamdan başlayıp göbeğe kadar takip eden üç düğme açılmış. Hava sıcak ama bak estiriyor derken meğer ben hava alıyormuşum. İnsan hiç mi fark etmez o düğmelerin açık olduğunu. Millet hava azıcık açılınca kız bir götünü açmadan bırakmış dedi kesin. Fermuarım açık kalsa daha iyiydi, insanlık derlerdi. Şimdi gelen geçen bakıp kim bilir neler dedi. Hayır neden ben sürekli millete sütyen şovu yapmak zorunda kalıyorum. VS mankeni olsam daha az görürlerdi sütyenlerimi. Hayır biz önceden çorabı kaçan kızın arkasından koşup söyleyen millettik, ne zaman bu hallere düştük. Hiçbir teyzede de mi sivri dil kalmadı bir “yuh evladım! O ne öyle! Kapat memelerini!”  diyecek. Kalmamış arkadaş kalmamış. Öyle teyzeler yok diye bugün gelen geçen baktı memelerime. Teyzeyi geçin lan kadınsın sen bir uyar dimi? Ayy elin öküzüne yaptığım göğüs şovu aklıma geldikçe yerin dibine giriyorum resmen. Kaynar sular, mağdur bakışlar dolu bir dram yaşadım yine be.