Çok çabuk değişiyoruz. tüm tecrübelerimiz biz fark etmeden, bizim karakterimizin taşlarını törpülüyor, bazen üç kez sektirmeyi başarmak uğruna suya atılıyor. Bazende sadece atıp yenisini koyuyoruz yerine. Hiç öyle uzun uzun hayatı anlamı düşünen ya da çok derin olan bir insan olmadım. Ölümü çok düşündüğümde söylenemez. Hatta bir çoğunuza göre yüzeysel bir insanım. Duygular derin anlamlar pek bana göre değil. Hep bunlar için ruhumun fazla neşeli olduğunu düşündüm. Anı yaşadığımı falan düşündüm ama fark ettim ki anı değil sadece herkes gibi sıradanlığı yaşıyorum. İsteklerim için tek harekette bulunmuyorum çünkü fazlasını istemek beni korkutuyor. Hiç ölmeyecekmiş gibi zamanımı boşa harcıyorum duygularımı bastırıp söylemek istediklerimi hissetmek istediklerimi hissetmekten geri duruyorum. Dünyayı gezmek istediğimi söyleyip hiç bir adım atmamak geçirdiğim boşa zamanın bir göstergesi sanırım. Bir sürü karar verdim. Ben hep yaşamayı sevdim, acılarımın yaşamı gölgelemesine izin vermedim. En azından uzun süre yaptığım buydu. sonuçta acılarda mutlulukta geçiciyken üç günden fazla ağlamak saçma geldi. Dedem içinse çok uzun süre yas tuttum ve tutmaya devamda edeceğim. Ama bunun yüzüme hayatıma yansımasına izin vermeyeceğim. Gülerken de bir insanı hatırlayabilirsin. Sadece ağlarsan hatırlıyorsun demek değil. O harika bir adamdı ve harika yaşayıp fark ettim ki çok seven biriktirmiş. Bense şu zamana kadar bir çok insan için pis sürtükten başka bir şey değilim. Öyle efsane sevenlerim de yok. Artık kendime yepyeni bir hayat istiyorum. Etrafımdaki ilişkilerin bir çoğunu yüzeysel olduğunu fark ettim bu süreçte.Bu yüzden hepsinin kategori sınıflamasını elden geçireceğim. Pasaportumu aldım, ekim ayından 10-15 günlüğüne yurt dışına çıkıp, şehri hızlıca gezmeyip yaşayacağım. Eylül ayına Kapadokya tutu aldım. Sorun çıkmazsa gideceğim. Görmek istiyorken neden erteleyeyim ki. Birazcık saçlarımı kestirdim. istediğim o blogumdaki header gibi kestirmek bir gün ama o zaman cesaretim yoktu şimdi saç meraklısı sevgilim var.
26 Nisan 2016 Salı
19 Nisan 2016 Salı
miras
Ölümünden sekiz gün sonra avukatı geldi. Bizler dağılmadan vasiyeti halletmek ve bir kaç sayfalık bir şeyler yazmış, ilk unutmaya başladığında teşhis konulduğunda. Hep kendi açımdan bakıp unutulmanın kötü olduğunu düşünmüştüm ama unutma korkusunun nasıl olduğunu pek düşünmemiştim. Unutmadan hepimiz için birşeyler karalamış. Herşey bittiğinde birçek insan miras için kavga ederken bizim ailede dedemin elinden çıkan son şey için birbirimizi yemeye hazırdık. En son kağıdı eşit bölüp çocuklar ve torunlar arasında paylaştırdık. Torunlarına sembolik sayılcak şeyler bırakıp geri kalanını ne yaparsa yapsın kardeşler arasında demiş. Evin arkasında bir meyve bahçesi var onu tüm torunlarına bırakmış. Her birimizin doğumunda bir ağaç dikmiş. Annemin doğumunda diktiği incir ağacıda bana kaldı. Çocukken sürekli kuzenlerimi ona çıkartır dedemden bir ton azar işitirdim. Silahınıda bana bırakmış. Yasal olarak nasıl olacak bilmiyorum ruhsat falan ama sanırım artık bir silahım var. Küçükken dayılarım gibi asker olucam derdim. Bir keresinde dedemin av tüfeğini alıp ava çıkmaya kalkmıştım. Sanırım çocukken silaha biraz fazla meraklıydım. Bize dair aslında hiç bir detayı unutmamış saklamış gibi. Kuzenime kapalı çarşıda bir arkadaşının adını bırakmış. “Erken mezuniyet hedyen istediğin kadar kumaş al kes biç” demiş. Mezun olalı 2 yıl oldu ama dedem kaçırdı. Uyuz`a bir bnka hesabı bırakmış mesela ama çikolata alması için. Biz çocukken hep çikolatayla gelirdi. Bir kez unuttuğunda Uyuz dayanamayıp sormuştu. Eşşek kadar bile olsak o günden sonra hep unuttuğu zamanı hatırlatıp daha unutmam diyordu. Unutmamış yine ama bence çikolatayı elli kuruştan hesaplamış. Zam geldi be dedem. Sidikli`ye eski madeni paraları bırakmış. Sidikli ilk dedemde görüp sonra madeni para biriktirmeye başlamıştı. Dedemin bizi sevdiğini biliyordum ama ne bileyim bizi bu kadar düşündüğünün farkında değildim. Keşke tüm çocukluğum boyunca okul kapanır kapanmaz dedem bizi yanına aldığında arkadaşlarımı özledim diye kaçmaya çalışmasaydım. Keşke daha çok o dereye girseydimde daha çok azarlasaydın. Neden bilmiyorum ama dedemden bahsetmek hem iyi geliyor hem kötü. Çocukluğumu onunla bu kadar bağdaştırdığımın farkında değildim. Onun ölümünün bu kadar boktan bir şey olduğunuda bilmiyordum. Herkes tek damla göz yaşı dökmediğimi düşünüyor ama gece uyumak yerine sessizce ağlıyorum. Bu kadar ağlamaya alışık değilim be ben.
18 Nisan 2016 Pazartesi
acı teraziyle de ölçülmüyor ki
Nankörlük ediyorum belki ama kalabalıktan bıktım. Aslında
bıkmakdan ziyade yoruldum. Etrafta o kadar insan varken millete servis
yapmaktan, iyi dilekleri için kafa sallakmaktan yoruldum. Kalabalığın içinde
kafamı yaslayacak bir omuzu bırakın kendimi bulamadım. Kendimi çok robotik
hissttim. Hiç bir şey hissetmeye hakkım yokuş gibi. Bir şeyler servis et, topla
gelene hoşgeldiniz, gidene hoş çakalın. İnsanların yanımızda olmak için
geldiklerini biliyorum ama fazla geliyor. İstediğim yalnızlıkken kendimi
kabuklarımı örmekken açık yarayla çay servisi yaptım. Yedi gün istisnasız
mevlüt pilavı servis ettim. Nefret etiiğim et tavuk kokusu çektim. En kötüsü de
annemin o halini görmekti. Anneannemin yanlızlığını hissetmekti. Herkes aşk
evliliği istiyorya bir durup düşündüm gerçekten ne istediğimizi biliyor muyuz? Dedemle
anneannem birbirlerine çok aşıklardı. Dedemin tek unutmadığı insan. Aklıma
sürekli anneanneme bakışı evden her çıkarken yüzünü iki eliyle tutup anlını
öpüşü böyle salak anılar doluşuyor. En son hastanede yatarken sağ elimi tutup
kendine çekmesi gözlerimin içine bakmasını unutamıyorum. Belki diyorum bir an
hatırladı. Dedemin bizim için ne kadar önemli olduğunu hiç fark etmemiştim.
16 Nisan 2016 Cumartesi
mükemmelimi çaldılar
Bana haksızlık ediyorlar. Herkes. İnsanlar evren inandığım
ne varsa. İyi insanların başına gelen her kötü şeyden sonra gelen sonsuz
mutluluğu anlatıyorlar. Yaşadığımız her güzel şey için sana bunları verdik
sevinmelisin, daha kötüleri olabilirdi diyen bir akımla büyütüyorlar. Kötüler
hep kaybeder diyorlar. Beynimizi saçmalıklarla doldurup sürekli yetinmemizi
söylüyorlar. Dedemin benim büyüyüp yetişkin biri olduğumu, başarılı torunları
olduğu için sevinmemi söylüyorlar. Dedem benim büyüdüğümü sadece gördü. Bilmedi
ben kimim orda ne işim var neler yapıyorum. Mezun olduğumda dedem hayattaydı
belki ama gelip göremedi bile. Sevdiğiniz bir insanın karınıza geçip sen kimsin
demesinin ne kadar boktan bir duygu olduğunu bilemezsiniz. Her gün kim
olduğunuzu anlatmaya çalışmanın onun gözlerinde hatırladığına dair bir işaret
görmeyi ummanında ne tür bir duygu olduğunu bilemezsiniz. Kendimi haksızlığa
uğramış hissediyorum. Mezuniyetini gördüğü torunlarının karşısında, evlenirken
yanında olduğu torunlarını karşısında haksızlığa uğramış hissediyorum. Hayatımda
tanıdığım en mükemmel adamı çaldılar.
Etiketler:
ailem,
ben,
dedem,
günlük,
kişisel blog,
kişisel post
7 Nisan 2016 Perşembe
çok acıyormuş
Yüzüm vücudum şişmeye şişmeye kızarmaya ve kaşınmaya
başladı. Öğlenki toplantıdan sonra dayanamayıp hastaneye gittim. Zehirlenmişim
alerjimi tetiklemiş. Akşama kadar üç serum, beş iğne yedim. Saatlerce tek
başıma kaldım hastanede. Uyku uyanıklık arasında dedemi gördüm rüyamda. Gidiyorum
bırakma beni dedi. Sabah annemde aynı rüyayı gördüğü için bilinçaltıma
yerleşti. Taksiciye evin adresini verdiğimi hatırlıyorum ama yatağa kadar nasıl
gittim çok net değil. Saat onda komşu uyandırdı. Eve girerken halimi görünce üstüne ben
telefonlara kapıya cevap vermeyince çilingirle açtırmış. Benden haber
alamayınca anneme de haber vermiş kadın telefonda deli gibi ağlıyordu. Alerji oldum
dedim fazla detay vermeden kapattım telefonu. Deli komşuları da evden gönderip
tekrar yattım. Son zamanlardaki gibi yine dedemi gördüm rüyamda. Yayladaki evdeyim,
herkes uyuyor. Soğuk olur diye battaniyeyi omzuma atıp dışarı çıkıyorum. Yazın bile
soğuk olan sabahının ılık olmasına şaşırıyorum. Battaniyeyi katlayıp kapının
önüne bırakıp yürüyorum. Çeşmedeki sudan içiyorum. Her zamankinden daha soğuk. İlerde
bağdaş kurmuş oturan dedemi görüyorum. Yanına gidiyorum beni hatırladığından
emin olmadığımı hatırlıyorum. Ne yaptığını soruyorum “Uyumaktan sıkıldım” diyor
kara ekmek uzatıyor. Taptaze. Güneş iyice doğmuş ama sis hala kalkmamış.
Sessizce izliyoruz. Sonra en sevdiğim şeyi yapıp göğsünün sol tarafına kafamı
koyuyorum kalp atışlarını dinliyorum, sol elimi yanağına koyuyorum. Kolunu açıp
sıkıca sarılıyor. Akıllı kızım diye seviyor. Kardeşlerinle kavga etme hiç
diyor. Ateş almadan önce etrafını ne kadar yakacağını düşün diyor. Merhameti ince
ince işledim hepinize unutmayın diyor. Kuzenlerini kandırıp incir ağacına
çıkartma diyor. Kulağıma anlamadığım birkaç Rumca kelime fısıldıyor, saçımı
öpüyor, “namazın vakti geçti” diyor. Ayağa kalkıp yine iki elini arkasında
bağlıyor “gidiyorum” deyip sağ elini kaldırıyor. Ağlayarak uyandım yine. Çok korktum
nedense. Annemi uyandırmak pahasına aradım. Sesini duyduğum ilk an anladım.
Gerçekten gitti. Beni de anneannemi de bırakıp gitti. İyileşir dedim o kadar
eminmişim ki meğer. Canım acıyor. Ağladıkça daha çok acıyor. Saat beşten beri
havaalanında bekliyorum. O saatten beri sayfadaki imleç öylece gelip gidiyor. İlk
defa bu kadar yalnızım. Gitmeye korkuyorum ama uçağa kalan dakikaları
sayıyorum. Keşke bu kadar acıtmasa.
4 Nisan 2016 Pazartesi
yularımı kendim çekerim
Bir sweatshirt yüzünden birbirimize girdik. Huysuz, hödük,
pislik. Hep onun dediği olmak zorunda hep onun istekleri. Onun yüzünden ben ben
olmaktan vazgeçmek zorunda mıyım? Ben hep böyleydim zaten. Onu hiç bir şey için
zorlamadım bile. Ama on beni onu değişmeye zorlamakla suçladı. Hayvan. Cumartesi
günü aşağıdayım dediğinde beklemesin diye üstümdeki sweatshirt altına bir kot pantolon
giydim indim. İşteki bir sorun yüzünden
huysuzdu bugün sinirliyim üstüne çok gelirsem ondan dedi ona da tamam dedim.
Onunla görüşürken iç özen göstermediğimden dem vurdu, daha feminem giymemi
istedi ses çıkarmadım. Eh onunla görüşürken ekstra uğraşmadığım malum ama ben
işe giderken bile makyaj yapmıyorum. Belki ilk bir hafta ancak yapmışımdır. Ama
eve bırakacakken o çekmeyi beceremediğim kemer konusunda yardım etmeye kalkınca
kıyamet koptu. “Sen sütyensiz mi geziyorsun” diye hayvan herif bana bağırdı. Uyuz`un
sweatshirtünü giydiğimden boldu ve o
salak çeyi evde otururken takıyorum. Onun ne kadar rahatsız edici bir şey
olduğunu kusura bakmasın ama hayatında bir kere takmamışken bilemez. Ben o
salak şeylerden nefret ediyorum. Çok bol olduğundan fark edilmiyor diye
giymedim. O beklemesin diye de uğraşmadım giymeye. Hem ona mı sorcam ya neyi
giyip giymemeye. Bende onun karışamayacağını söyleyince olayı babasından para almamaya
bağladı. Neymiş ben babasından para almaması gerektiğini düşündüğüm için
almıyormuş, benim için daha iyi bir insan olmaya çalışıyormuş. Ben bunların hiç
birini ondan talep etmemişken benim dünya görüşüme göre şekillenmeye çalışan o.
Tek dırdır etmemişken. Ama o düşüncelerimi yapmak zorunda hissediyormuş. Ben
ondan hiçbir şey talep etmezken erkek çocuğu gibi giyinme diyen o. O mu karar
verecek nasıl giyineceğime. Şu açılan düğme olayınıda attı tabi önüme. O günde
giymeseymişim ne olurmuş acaba. Salaktım ben çünkü gömlekle sweatshirt arası
farkı bilmiyordum. Böyle onsuz ne kadar sakin ve güzel bir gün geçirdiğimi
yazmak istedim ama kendimi bir anda klavyede ona nefret kusarken buldum. İnsanların
beni ben olduğum için yargılamasından nefret ediyorum. İşe giderken tüm o plaza
havasına uymak için zorunlu bırakıldığım giysilerden, makyaj yapmamamın
yargılanmasından, sütyen takmaya mecbur kalmaktan nefret ediyorum. En çok da
Joker`in ondan istemediklerim hakkında kendince fikirlere kapılmasından nefret
ediyorum.
Etiketler:
ben,
blog,
günlük,
ilişki raporu,
ilişkimin anatomisi,
Joker,
kişisel blog,
kişisel post
1 Nisan 2016 Cuma
haspalarım özgürlük ilan etti
Allahım dedim sanırım bugün yüzüme nur indi. Ay yok o hep
vardı, sanırım yüzüme güzellik geldi. Muhteşem diye tanımladıkları şey oldum
belli. Çok çirkin bir kız sayılmam ama bu sıra sanırım yediğim içtiğim bana
yaradı cildim güzelleşti. Ay buldum sonunda insanlar benim melek gibi olduğumu
düşünmekten bir tık öteyi görüp kanadımı, kafamın üstündeki haleyi görmeye başladılar.
Yoksa fark etmeden ünlü mü oldum? Ay imza isterlerse yanımda fotoğrafım yok.
Umarım vesikalık kabul ederler. Bugünün geleceğini bilseydim afilli bir imza
üzerinde çalışırdım. İmza karakteri yansıtır diyorlardı. Şimdi bu imzayla
havalı durmam. Yoksa deşifre mi oldum? Kendi fotoğrafımı mı koydum yoksa blogda
falan. Yok canım yapmam öyle bir acemilik. Yoksa bu Joker beni keşfedip, 6. Sınıfta
çektirdiğim koca yanaklı vesikalık fotoğrafımla öncesi sonrası yazıp anlıma da
sürtük damgası yapıştırdı millete mi dağıttı? O da sanki burda yalan söyledik.
Ne yaptıysa onu yazdık. Yapmasaydı yazmazdık. Hem niye okuyor ki? Nerde benim
özel hayatıma saygı. Ay acaba fermuarım mı açık diye düşündüm ama net
hatırlıyorum onu asansörde kontrol etmiştim. Bunların hepsini düşündüm ama
gelen geçen herkesin bana bakmasının sebebini anlamadım. Tabi bu kulaklığımın
teki kulağımdan çıkana kadar. Kafamı eğdim ve acı gerçekle yüzleştim. İman
tahtamdaki düğme her ne kadar edepli edepli kapalı kalsa da göğüs hizamdan
başlayıp göbeğe kadar takip eden üç düğme açılmış. Hava sıcak ama bak estiriyor
derken meğer ben hava alıyormuşum. İnsan hiç mi fark etmez o düğmelerin açık
olduğunu. Millet hava azıcık açılınca kız bir götünü açmadan bırakmış dedi
kesin. Fermuarım açık kalsa daha iyiydi, insanlık derlerdi. Şimdi gelen geçen
bakıp kim bilir neler dedi. Hayır neden ben sürekli millete sütyen şovu yapmak
zorunda kalıyorum. VS mankeni olsam daha az görürlerdi sütyenlerimi. Hayır biz
önceden çorabı kaçan kızın arkasından koşup söyleyen millettik, ne zaman bu
hallere düştük. Hiçbir teyzede de mi sivri dil kalmadı bir “yuh evladım! O ne
öyle! Kapat memelerini!” diyecek.
Kalmamış arkadaş kalmamış. Öyle teyzeler yok diye bugün gelen geçen baktı
memelerime. Teyzeyi geçin lan kadınsın sen bir uyar dimi? Ayy elin öküzüne
yaptığım göğüs şovu aklıma geldikçe yerin dibine giriyorum resmen. Kaynar
sular, mağdur bakışlar dolu bir dram yaşadım yine be.
Etiketler:
ben,
blog,
günlük,
kişisel blog,
kişisel post,
sadece ben,
talihsizlik
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)