Babaannemi öldüğünden beri rüyamda hiç görmedim. Bazen sesini
duydum, bazen sadece orda olduğunu hissettim. Yüzünü hiç göremedim. Sidikli ne
zaman rüyasında görse uykusunda ağlar. Uyanırım, sarılırım, onu anlatmasını
dinlerim, babaannemin bize anlattığı masalı anlatırım. Kendi masalını. Dünyalar
tatlısı bir kadındı. Uzun saçları, ikide kedisi vardı. Güzel bir kadındı, boylu
poslu. Güzel yemekler yapardı. Ama en güzel yaptığı şey beni çok güzel severdi.
“Allah kızlarıma böyle kaynana nasip etsin” diye anneme dua ettirecek kadar iyi
bir kaynanaydı. Anneme gerçek kızıymış gibi davranırdı. Sidikli favori
torunuydu. Galiba aramızda ona benzeyen, onun kadar zarif olan o olduğu için. Çanakkaleliydi.
Evin tek kızıydı. Onu çok seven bir baba iki de abisi vardı. Aşık olduğu adamla
tanıştıktan sonra ailesini arkasında bırakarak Karadeniz’e yerleşmişti. Deli gibi aşık olduğu kocasının öldüğünü
öğrendiğinde bebeğini erken dünyaya getirmişti. Babasının adını vermiş oğluna. Ailesi
geri dönmesini istemiş, kocasının ailesi baştan beri istemedikleri yabancı
kızın gitmesini. Ama benim babaannem inatçıdır, pes etmez. Kalmış. Aşık olduğu
adamla yaptıkları evi, anıları bırakmamış. Yıllar sonra bile anlatırken
ağlardı. Tekrar tekrar ne kadar aşık olduğunu söylerdi. “Dul kadını rahat
bırakmayacaklarını anladığımdan yanımdan tüfeğimi hiç ayırmazdım” derdi. Herkesin
gözünü korkutmuş. Bir tek dedem vaz geçmemiş. Ailesi oğullarının dul ve çocuklu
bir kadınla evlenmesini istememiş. Babaannem ölen kocasına aşıkmış. Ama dedem
babaannemi herkese hatta ona rağmen çok sevmiş. Tam dört yıl ona evet demesi
için beklemiş. Babaannem ”Ben çok şanslı bir kadındım. Bir kez çok aşık oldum,
bir kez çok sevildim, sevdim” derdi. Dedem sert duruşlu, soğuk bir adamdı. Ama
babaanneme bir başka bakardı. Güldürmek zordu onu. Hatta ben hiç başaramadım.
Ama babaanneme bakarken hep gülümserdi. Dört oğulları bir kızları daha oldu ama
dedem en çok babaannemin ilk oğlunun üzerine titrermiş. Gerçi onun için tüm ailesini
karşısına almış, babaannemin kendi evini bırakmamasını, tutunmasını kabul
etmiş. Bazen babaannem bizi de alıp giderdi. Ahşap bir evdi. Çatı katına
saklanmayı çok severdim. Evin önündeki derede oynardık. Babaannemin küçük bir
bahçesi vardı. Hep tek bir tane kırmızı çiçeği olurdu. Küçükken gül
zannederdim, meğer gelincikmiş. Dünyanın en güzel kırmızısıydı. İçimden hep
koparıp saklamak gelirdi ama babaannemin izin vermediği tek şey ona
dokunmamızdı. Hasta olmaktan nefret ederdi. Hastalandığında en çok nefret
ettiği şey hasta olmaktı. Annemle uzun yürüyüşlere çıkarlardı. Sidikli dibinden
bir dakika ayrılmazdı. Dedemse gecesi gündüzü, aldığı nefes oymuş gibi
davranırdı. İki kez ölümün kıyısında dolaştı ama geri geldi. Sonra elektriklerin
kesildiği bir gece evindeki boktan merdivenlerden aşağı düştü. Ben onu hiç
göremedim sonra, hiç. Bana masal anlatmasını özledim. O baş etmesi zor saçlarımı
örmesini özledim. İyileştikten sonra söz verdiği gözlemeyi yapmadığı için
kızgınım. O kadarcık daha kalsa olmaz mıydı? Zaten hain kedileri de o öldükten
sonra gitti. Dedem günlerce aradı, sanki kedileri bulursa babaannemde gelirmiş
gibi. Babaannem eve dönerken peşine takılan iki yavru kedi onunla birlikte
gitti. Geriye bir tek albümleri karıştırırken çıkan fotoğrafları kaldı. Bir de
dedemin anneme verdiği babaannemin hiç çıkarmadı dedemin verdiği yüzüğü ve aşık
olduğu adamın kolyesi kaldı. Yüzüğü benim, kolyesini Sidikli`nin düğününde
takacakmış. Keşke bir on yıl daha bekleseydin be babaanne. Annem değil de sen
saklasaydın.